5 Eylül 2008 Cuma

Kitap yazıları üzerine yazılar 1 - Yine Masumiyet Müzesi

Bu sabah mutlu mesut saat 8de işe geldim. "Bugün işleri erken bitiricem ve bir türlü başlayamadığım Masumiyet Müzesi'ne başlayacağım" diye kitabı da yanımda getirdim.

Bir arkadaştan Masumiyet Müzesi'ne ve pazarlanma şekline laf atan, yerden yere ve belden aşağı vuran bir e-posta gelmiş. Beni sinirlendirmeyen ama dürten bu konu ile ilgili de iki laf edeyim istedim.

Ben lise 2. sınıftayken - işte kaç senesine denk geliyor 1992-1993 olmalı - psikoloji dersi koymuşlardı bize. Bir fen sınıfı olmamıza rağmen dersi severek takip ediyorduk nitekim hocası çok kafaydı. Sağ sol zamanlarında üniversite okumuş, entellektüel birikimi olan birisiydi. Bizim gibi aklı fikri ÖYS'de çözeceği matematik, fizik testlerine kafayı takıp da sosyal derslere zorunluluk dışında hiç kıymet vermeyen öğrencileri avcunun içine alacak, meraklarını uyandıracak kadar iyi anlatıyordu konularını.

O günlerde gazetelerin kupon karşılığı ansiklopedi verme savaşı vardı. Hürriyet bi Britanica patlatırken Sabah'ta Meydan Larus veriyordu. Ansiklopedi benim ve bir çok sınıf arkadaşımın gözünde kutsalımsı bir yerde olduğu için gazeteler tarafından tabak çanak ya da tansiyon aleti gibi kuponla dağıtılabilecek bir şey olmasına gıcık kapıyorduk. Bize okula bile gelip dağıtılmıştı ilk birer cilt ansiklopedi. Bahsettiğim gıcıklıkla karışık tek cilt ansiklopediyle ne halt yememiz gerektiğini düşünerek iyice kıl kapmıştım. Bari her sınıfa bi set verselerdi de işimize yarasaydı.

Bu ansiklopedi günlerinden birinde psikoloji dersi vardı. Bizi dinlediğine, bizim için önemli kendisi için eften püften olan sorunlarımıza dikkatle eğildiğine emin olduğumuz hocamıza bağıra çağıra gazetelerin nasıl da fütürsuzca ansiklopedi verdiğini, böyle bilgi küpü kutsalımsı kitaplara neden böyle aşağılık meta gibi yaklaşıldığını anlayamadığımızı ve fazlasıyla gıcık kaptığımızı anlattık. Bizi dinledi ve sakinleşmemiz akabinde :

"Yahu arkadaşlar neden kızıyorsunuz? Evinde bir tane bile kitapları olmamış insanlar ansiklopedi sahibi oluyorlar."

"Ama hocam hiç okumayacaklar ki?"

"Nerden biliyorsun? Bi kere açıp bişi baksalar bu bile kar değil mi? Bence iyi oldu bu ansiklopedi savaşları!"

Bu cümlelerle konu kapandı. Nitekim bizim edecek bi lafımız yoktu. Tek kurşunumuzu da savuşturmuştu hoca. Düşüncelere daldık. Ansiklopedi dediğin kitap dediğin bir kelam bile öğretse faydalıydı, herkese lazımdı. Kim verirse versin, kim dağıtırsa dağıtsın, kim pazarlarsa pazarlasın.

Şimdi Masumiyet Müzesi ve Orhan Pamuk etrafında kopmuş fırtınalara, "ne gereği vardı, zaten satardı, ayıp etti, edebi duruşa yakışmadı, zaten pornografikmiş" yaklaşımları beni ancak dürtüyor. Kızmıyorum, sinirlenmiyorum. Bu bi kaç ses dalgalanıp sönecek, kimse bu sesler yüzünden kitabı almaktan vazgeçmeyecek biliyorum. İnsanlar ister hararetle beklediği için kitabı koştura koştura gidip satınalsın ister Bebek Kahvesinde hava atmak için ama bir kitap satış rekorları kıracak; ister bir sayfa ister tamamı okunacak ama ne olursa olsun okunacak. Birilerine okuma zevki aşılayacak, kimisini yazmaya teşvik edecek, kimi ergenler pop yıldızı olmak yerine yazar olmanın hayalini kuracaklar.

Üniversite öğrencisiyken çokça karizması biraz da parası ve beleş kitaplar için kitap fuarında stand hostesi olarak çalışmıştım. İlk başlarda hülyalı, romantik ve dediğim gibi karizmatikti. Özellikle yayınevi sahiplerinin ne kadar şanslı olduklarını, kitapların içinde bir dünyada mutlu mesut, entellektüel entellektüel yaşadıklarını düşünmüş öykünmüştüm. Bir iki gün içinde gerçek ortaya çıktı. Çoğu sattıkları kitaplardan etkilenmemiş, o kitapları okuyarak kendisini sorgulamamış, aymamış ticaret insanlarıydı ve kitaplara -hani o zamana kadar okullarda bize öğretildiği gibi- kutsal şeyler olarak değil de ticari bir mal olarak bakıyorlardı. Kitapçılığın, yayınevi sahibi olmanın da bir sektör olduğu, alınıp satılmasından dolayı işin içine ticaret ve kurallarının bulaştığı ve benim tam bir romantik saf olduğum donk etti kafama. Bir taraftan da bu insanlara o kadar kızamıyordum çünkü birilerinin de bu işi yapması gerekiyordu.

Birilerinin bu işi yapmaya devam etmesi için de kar etmesi gerekiyor tabi. Aç gözlülük gibi bir erdemsizlik yüzünden ya da yeni yatırımlara kaynak sağlamak gibi iyi niyetli ve iş geliştirici bir sebepten dolayı (ya da her iki sebep yüzünden) elde edilen karın yükselmesi gerekiyor.

Çok mu kapitalist oldum bilmiyorum. Sadece "Madem oyunu değiştiremiyoruz bari kurallarına göre oynayalım" diyen taraftayım.

Bu arada saat oldu 10. Benim içimde çalışma isteği filan kalmadı. Zaten şimdi dönüp de okudum yazdıklarımı. Lafa sene 92ydi diye girip anılarımı anlatmışım. Kendimi yaşlanmış hissediyorum.))

Ama sanırım derdimi anlattım.

Hiç yorum yok: