25 Eylül 2008 Perşembe

Tatil

Tatil Nedir ? Rahatça, yaya yaya, hiç acelen olmadan kaş almaktır.

Kaş almak için güneşin doğru açısını beklemektir.

Çünkü tatilde güneşin evin içinde gezindiği zamanlarda sen de evdesindir. İş yerinde orman kaşlarla oturmuyorsundur.

Tatil, kasmadan, acele etmeden büyük küçük tüm kıl işlerinle zorunlu olmadan ilgilenebilme zamanıdır.

Sıkılırsan kaş almaktan ya da ala ala biterse açarsın bi kitap okursun. O da en az kaş almak kadar güzeldir. Hatta kaş alırken boşalttığın kafayı doldurur. İyidir.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Kitap yazıları 3 - Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk

Masumiyet Müzesini bi hafta kadar önce bitirdim.

Benim için başlangıcı çok heyecanlı, devamı güzel, ortaların sonlarına doğru biraz sıkıcı ve ortalama bir son ile biten bir kitap oldu.

Ekşi sözlükte belirttiğim gibi hayatımda okuduğum en epik roman.

Ama hayatımın romanı değil.

Bir kaç nokta :
- Sadece sondaki kaza (ve sebebiyeti) bana Araf'ın baş karakterini hatırlattı. İlk defa kitap sonunda Füsun hakkında düşündüm (ve bunu kitabın sonunda yaptığımı farkettim.) " Füsun Manik-depresif miydi acaba?"

- Kemal'in Füsun'a hitap ederken değil de Füsun'dan bahsederken "güzelim" kelimesini kullanması çok hoşuma gitti. Çok samimi geldi. Nitekim Zabla'dan dolayı tanıdığım bu kelimeye.

...

15 Eylül 2008 Pazartesi

Bacheha ye Aseman

Amerikan film bombardımanı altındayken, İran sinemasını merak ederken geç de olsa seyrettiğim bir film olup bünyemi gülmekle ağlamak arafında bırakmıştır.

Bu da buraya not olsun.

http://us.imdb.com/title/tt0118849/

9 Eylül 2008 Salı

Kısmı Füsun

20-25 yaşlarındayım ve bir şirkette çalışıyorum. Çekirdek kadro halinde çalışmamıza rağmen oldukça büyük bir binadayız. Yürü yürü bitmiyor öyle büyük.

Bir gün upuzun boylu, iri kemikli, geniş omuzlu, yüzü çok orantılı çok hoş bir çocuk geliyor şirkete. Garip bir çekimle birbirimizin etrafında dolaşmaya başlıyoruz. Üçüncü gözler için aramızda cinsellik namına elle tutulur bişi göremese de birbirimize karşı duyduğumuz ilgiyi çekimi biz çok iyi hissediyoruz. Çok çok kalabalık bir toplantı için şirkete tanımadık bir sürü insan geldiği ve herkesin sunum için kendine bir yer aradığı sırada çaktırmadan sanki tesadüfmüşçesine birbirimizin yanına oturuyoruz da bir de üstüne birbirimize yaslanıyoruz. Hoşumuza gidiyor.

Akşamına yine dip dibe oturduğumuz bir sırada nişanlısından bahsediyor. Kızın "ne zaman evleneceğiz" sorularını çok sıkışırsa "4 ay içinde" diye cevapladığını gülerek anlatıyor. Ben de gülüyorum. Birden fark ediyorum:

- Bir kitap var.
-Valla bizim arkadaşlar tematik şeyler okurlar. Bi keresinde bir kitap için Urfa'ya bile gittiler. Ama benim pek aram yok.
-Bu kitabı okumalısın bence.
-??
-Masumiyet Müzesi adında. Yeni çıktı.

Burada cevap alamıyorum. Ama yanıma Cihangir geliyor. Sabah 7 olmuş. Artık zaten uyanmam gerektiğinden beri uyandırmaya korkmadan yanıma yatıyor. Sırnaşıp öpüyorum, beni kollarına alıyor. O salondan odaya taşlıdığı derin uykusuna geri dönerken ben daha ilk 60 sayfada nasıl da Kısmı Füsun olup da rüyama da bir Kemal aldığımı düşünüyorum ve yataktan kalkıp bunları yazıyorum.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Kitap yazıları 2 - Icimizdeki Seytan - Sabahattin Ali

Bir Thyke 3 kitabi olarak Sabahattin Ali`nin Icimizdeki Seytan adli romanini demin bitirdim.

Kitap hakkinda internette orada burada bir cok insanin soyleyeceginden fazla bi lafim yok edecek esasinda. Guclu bir kadin karakteri, kafasi karisik ve biraz zekasi ve biraz da erkek olmasi ile one cikmis bir erkek karakterinin yasadigi kisa ask. Kisa fakat derin izler birakacak cinsten. Erkegin yaptigi sebedek subedek hareketlerin sorumlulugunu almadan `icimdeki seytan yaptiriyor` bunlari diye siyrilmasinin esasinda nasil bir korkaklik, tembellik oldugunu en sonunda itiraf etti de ben de kitabin son sayfalarinda rahatladim. Asmis birisiyimdir ya ben coktan biliyodum icimizde seytan meytan olmadigini, o hesap...

Benim ilgimi ceken ufak bisi var. Insanlarin o zaman nasil toplastiklari nasil bi araya geldikleri . Zamanimizin pr calismalari, partileri, happeningleri durumundan farkli degil toplasmalari. O zamanin fasil geceleri simdinin tanitim geceleri. Kisacasi bizim yaptiklarimiza turkilizce isimler vermemiz icerigi degistirmiyor.

Baska bir kitabini okur muyum bu yazarin bilemiyorum.


25 Eylül 2008'de kitap toplantısı ertesinde bir ekleme :
Kitap meğer Sağ sol çatışmaları üzerinden "Bize laf sokuyo" diye Nihal Atsız'ın Sabahattin Ali'yi düelloya davet etmesi gibi bir olaya sebep olmuş. Ben bu sağ-sol olayları ile ilgili bişiler olduğunu farketmemiştim. Toplantıda üzerinde çok fazla durmasak bile bu konu da konuşuldu, ben de bilgi sahibi oldu. Bu da buraya ek/not olsun.

5 Eylül 2008 Cuma

Kitap yazıları üzerine yazılar 1 - Yine Masumiyet Müzesi

Bu sabah mutlu mesut saat 8de işe geldim. "Bugün işleri erken bitiricem ve bir türlü başlayamadığım Masumiyet Müzesi'ne başlayacağım" diye kitabı da yanımda getirdim.

Bir arkadaştan Masumiyet Müzesi'ne ve pazarlanma şekline laf atan, yerden yere ve belden aşağı vuran bir e-posta gelmiş. Beni sinirlendirmeyen ama dürten bu konu ile ilgili de iki laf edeyim istedim.

Ben lise 2. sınıftayken - işte kaç senesine denk geliyor 1992-1993 olmalı - psikoloji dersi koymuşlardı bize. Bir fen sınıfı olmamıza rağmen dersi severek takip ediyorduk nitekim hocası çok kafaydı. Sağ sol zamanlarında üniversite okumuş, entellektüel birikimi olan birisiydi. Bizim gibi aklı fikri ÖYS'de çözeceği matematik, fizik testlerine kafayı takıp da sosyal derslere zorunluluk dışında hiç kıymet vermeyen öğrencileri avcunun içine alacak, meraklarını uyandıracak kadar iyi anlatıyordu konularını.

O günlerde gazetelerin kupon karşılığı ansiklopedi verme savaşı vardı. Hürriyet bi Britanica patlatırken Sabah'ta Meydan Larus veriyordu. Ansiklopedi benim ve bir çok sınıf arkadaşımın gözünde kutsalımsı bir yerde olduğu için gazeteler tarafından tabak çanak ya da tansiyon aleti gibi kuponla dağıtılabilecek bir şey olmasına gıcık kapıyorduk. Bize okula bile gelip dağıtılmıştı ilk birer cilt ansiklopedi. Bahsettiğim gıcıklıkla karışık tek cilt ansiklopediyle ne halt yememiz gerektiğini düşünerek iyice kıl kapmıştım. Bari her sınıfa bi set verselerdi de işimize yarasaydı.

Bu ansiklopedi günlerinden birinde psikoloji dersi vardı. Bizi dinlediğine, bizim için önemli kendisi için eften püften olan sorunlarımıza dikkatle eğildiğine emin olduğumuz hocamıza bağıra çağıra gazetelerin nasıl da fütürsuzca ansiklopedi verdiğini, böyle bilgi küpü kutsalımsı kitaplara neden böyle aşağılık meta gibi yaklaşıldığını anlayamadığımızı ve fazlasıyla gıcık kaptığımızı anlattık. Bizi dinledi ve sakinleşmemiz akabinde :

"Yahu arkadaşlar neden kızıyorsunuz? Evinde bir tane bile kitapları olmamış insanlar ansiklopedi sahibi oluyorlar."

"Ama hocam hiç okumayacaklar ki?"

"Nerden biliyorsun? Bi kere açıp bişi baksalar bu bile kar değil mi? Bence iyi oldu bu ansiklopedi savaşları!"

Bu cümlelerle konu kapandı. Nitekim bizim edecek bi lafımız yoktu. Tek kurşunumuzu da savuşturmuştu hoca. Düşüncelere daldık. Ansiklopedi dediğin kitap dediğin bir kelam bile öğretse faydalıydı, herkese lazımdı. Kim verirse versin, kim dağıtırsa dağıtsın, kim pazarlarsa pazarlasın.

Şimdi Masumiyet Müzesi ve Orhan Pamuk etrafında kopmuş fırtınalara, "ne gereği vardı, zaten satardı, ayıp etti, edebi duruşa yakışmadı, zaten pornografikmiş" yaklaşımları beni ancak dürtüyor. Kızmıyorum, sinirlenmiyorum. Bu bi kaç ses dalgalanıp sönecek, kimse bu sesler yüzünden kitabı almaktan vazgeçmeyecek biliyorum. İnsanlar ister hararetle beklediği için kitabı koştura koştura gidip satınalsın ister Bebek Kahvesinde hava atmak için ama bir kitap satış rekorları kıracak; ister bir sayfa ister tamamı okunacak ama ne olursa olsun okunacak. Birilerine okuma zevki aşılayacak, kimisini yazmaya teşvik edecek, kimi ergenler pop yıldızı olmak yerine yazar olmanın hayalini kuracaklar.

Üniversite öğrencisiyken çokça karizması biraz da parası ve beleş kitaplar için kitap fuarında stand hostesi olarak çalışmıştım. İlk başlarda hülyalı, romantik ve dediğim gibi karizmatikti. Özellikle yayınevi sahiplerinin ne kadar şanslı olduklarını, kitapların içinde bir dünyada mutlu mesut, entellektüel entellektüel yaşadıklarını düşünmüş öykünmüştüm. Bir iki gün içinde gerçek ortaya çıktı. Çoğu sattıkları kitaplardan etkilenmemiş, o kitapları okuyarak kendisini sorgulamamış, aymamış ticaret insanlarıydı ve kitaplara -hani o zamana kadar okullarda bize öğretildiği gibi- kutsal şeyler olarak değil de ticari bir mal olarak bakıyorlardı. Kitapçılığın, yayınevi sahibi olmanın da bir sektör olduğu, alınıp satılmasından dolayı işin içine ticaret ve kurallarının bulaştığı ve benim tam bir romantik saf olduğum donk etti kafama. Bir taraftan da bu insanlara o kadar kızamıyordum çünkü birilerinin de bu işi yapması gerekiyordu.

Birilerinin bu işi yapmaya devam etmesi için de kar etmesi gerekiyor tabi. Aç gözlülük gibi bir erdemsizlik yüzünden ya da yeni yatırımlara kaynak sağlamak gibi iyi niyetli ve iş geliştirici bir sebepten dolayı (ya da her iki sebep yüzünden) elde edilen karın yükselmesi gerekiyor.

Çok mu kapitalist oldum bilmiyorum. Sadece "Madem oyunu değiştiremiyoruz bari kurallarına göre oynayalım" diyen taraftayım.

Bu arada saat oldu 10. Benim içimde çalışma isteği filan kalmadı. Zaten şimdi dönüp de okudum yazdıklarımı. Lafa sene 92ydi diye girip anılarımı anlatmışım. Kendimi yaşlanmış hissediyorum.))

Ama sanırım derdimi anlattım.

2 Eylül 2008 Salı

ayh ayhhh - Annem Hakkında Herşey

Dün akşam ben de severim diye seyretmediğimiz Almadovar filmi açtık. Annem Hakkında Herşey.

Başlangıç iyi, çekimler filan filan, hikaye de fena başlamıyor. Annemiz Barselonaya geri döner dönmez bir batakhanede kaç kaç kaç senedir rastlamadığı ve aradığı arkadaşını şıp buluveriyor. Dakka bir mantıksızlık bir.

Filmin konusunu filan vermiyim ama bi yerde aidsli bi hatundan doğan bir bebek var. Bi kere bu bebeğin doğmasına devlet nasıl izin veriyor? Sonra nasıl mucize oluyor da bebek taşıyıcılıktan bile kurtuluyor? Yönetmenin herkesleri gebertip ondan sonra da mutluluk aşılama sahnesi midir nedir anlamadım.

Hayır bir Türk yönetmen çekseydi sıçmıştık onun ağzına. Ona hayıflanıyorum ben.